NELER OLUYOR
Bizler genellikle soru sormayan,soru soranı sevmeyen bir toplumun bireyleriyiz.Yazının ilk cümlesindeki bu “bizler” kelimesini açmalıyım.
”Bizler” derken gazetelere yazı yazanları,yazılanları okuyanları kastediyorum.Soru sormayan toplumun “bazı bireyleri” okuduklarını da anlamayıp öküz altında buzağı aradığından açıklama gereği duydum.Toplumun çoğunluğu soru sormayınca,doğal olarak beyinleri de soru sormaya,yanıt almaya,sorulara alınan yanıtlar arasında bağlantı kurmaya da alışık olmadığından ortaya bazı sorunlar çıkıyor.Onun için biz toplum olarak aklımızla düşünerek değil,duygularımızla hareket ederiz.Yine bu nedenle olup biteni anlayamayız.22 Temmuz seçimlerinden sonra bir süre siyaset yazmamaya özen gösterdim.Bunu bir süre daha sürdürmeye kararlıyım.Ama elimde değil.Benim beynim de soru sormaya alışmış.Olup biteni anlamak için yüzlerce soru kafamda beni rahatsız edip duruyor.
Ulusal basının önde gelen gazetelerinden Hürriyet’in çok soru soran ünlü gazetecisi Emin ÇÖLAŞAN’ın işine sessiz sedasız son verildi.Kimse “neden ?” diye sormadı.Çok soru soranın doğal akıbeti budur diye kabullenildi.
Ardından aynı gazetenin esprili yazarı, insan ve hayvan dostu,ülke ve doğa aşığı Bekir COŞKUN bir yazı yazdı.Neredeyse kıyamet koptu…
En iyisi ben yine de siyaset yazmayayım.Kenan OĞUZ’da Ertuğrul ÖZKÖK’e özenip benim işime son verebilir.Ne olur ne olmaz…Bekir COŞKUN olayından sonra ben kendim yazı yazmak yerine ulusal basının önde gelen kalemlerinin,yazarlarının bu konudaki görüşlerinden bir derleme yapayım.Anlayacağınız bu hafta konuklarım var.
Ulusal yazarların görüş özetleri Hürriyet’in 23 Ağustos 07 tarihli web sayfasından alınmıştır.Buyurun bakalım…“
Başbakan Erdoğan’ın, Bekir Coşkun’a yönelik "Çek git" anlayışına AB’den muhalefet partilerine, sivil toplum örgütlerinden okurlara yoğun tepki dün de sürdü. "Çek git" anlayışının, Erdoğan’ın 4.5 yıllık iktidarı dönemindeki en büyük gaf ve hata olduğu konusunda herkes birleşti. İşte özetle bazı köşe yazarlarının görüşleri...
Ertuğrul Özkök (Hürriyet):
Bakın Fransa’da Yeşiller Partisi lideri Irak’a giden bakanlarından "fino" diye söz ediyor, basın bunu olduğu gibi yazıyor, ama bir Allah’ın kulu "Beğenmeyen gitsin" demiyor. "Ya sev, ya terk et" diktatörlere musallat olan bir zihniyet tarzıdır.
Oktay Ekşi: (Hürriyet):
Hani Sayın Başbakan özgürlükçüydü; demokrat idi; hoşgörülü idi? Hani kendisine oy vermeyenlerin de görüşlerine değer verecekti? Hani herkesi kucaklayacaktı? Daha o sözlerin üzerinden bir ay bile geçmeden ne çabuk unutuverdi dediklerini? Sayın Başbakan’a birileri sormalıdır: "Babanın çiftliğinden mi kovuyorsun Bekir Coşkun’u?" diye...
Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet):
Düşündüm de, şu kısa Cumhuriyet tarihimiz süresince Bekir Coşkun ve bizim gibi insanları bu ülkeden kovmak isteyen ne kadar çok grup çıkmış. Geçmişte varlığımızdan hoşlanmayanlara nasıl kafa tutup, ülkemizi terk etmedikse, şimdi de terk etmeyeceğiz elbette.
Tufan Türenç (Hürriyet):
Bizim demokratlığı kimselere bırakmayan Başbakan’ın özde değil, sözde demokrat söylemlerinden Bekir Coşkun da nasibini aldı. Bekir, Başbakan’ın "Ananı da al git" demediğine şükretsin.
Yalçın Doğan (Hürriyet):
Eleştiri haklarına saygı, hoşgörü, kucaklaşma işte buraya kadar. Erdoğan’ın bu sözleri demokrasi felsefesine, demokrasi ruhuna ve devlet yönetimine teğet bile geçmiyor.
Yılmaz Özdil (Hürriyet):
Sezer’i yuhlamak, serbest. Gül’e itiraz, vatana ihanet! Ben size söyleyeyim... Tayyip Erdoğan "ya sev, ya terk et" dediği için oyu en az 5 puan artmıştır. Atatürk Türkiyesi, kendi halkı tarafından inkar edildi çünkü. Böyle bundan sonra. Tarikatlar iktidar. Türkler azınlık. Hem Türk, hem laiksen, çare yok, tası tarağı toplayıp gideceksin bu topraklardan.
Özdemir İnce (Hürriyet):
Erdoğan kendini tarikat şeyhi, vatandaşları da mürit sanmakta. Benim bildiğim Bekir Coşkun kimsenin müridi değil. Uygar bir başbakan, düşünceyi açıklama özgürlüğünü ve eleştiri hakkını kullanan bir vatandaşa "Vatandaşlıktan çık!" diye posta koyamaz.
Sedat Ergin (Milliyet):
Başbakan’ın bu çıkışı başka işaretlerle birleşince, aslında AKP henüz ikinci dönem için yola koyulmadan ortalığa yayılmakta olan rahatsız edici bir yönelişi gösteriyor. Mahalledeki kabadayı bozuntularına yakışan bu sözler mi Türk demokrasisini taçlandırıyor? Allahtan Başbakan Erdoğan’ın muhalif gazetecileri sürgüne gönderebilme gibi bir yetkisi yok.
Melih Aşık (Milliyet):
Seçim gecesi verilen "Herkesi kucaklayacağız" sözü buraya kadar. Ya bizi beğen ya vatandaşlığı terk et. Yeni slogan bu. Ne diyelim? Tramvay demokratlığı işte buraya kadar.
İsmet Berkan (Radikal):
Kimin vatanından kimi kovuyorsunuz? Sizi beğenmeyenleri, eleştirenleri tek tek kovacaksanız, sizin bütün seçim dönemi boyunca eleştirdiklerinizden ne farkınız var?
Murat Yetkin (Radikal):
Coşkun’un söylediklerine katılmayabilirsiniz. Benim de katılmadığım yerler var. Ama bu söze katılmamam, söyleyene ’Vatandaşlıktan çıksın, gitsin’ dememi gerektirmez.
Emre Aköz (Sabah):
Neticede fikirlerini ve duygularını kaleme alan bir köşe yazarına, "Vatandaşlıktan çık. Bu ülkeden git" demek de neyin nesi oluyor? Birbirimize böyle tutum alırsak; ortada ne ifade özgürlüğü kalır, ne demokrasi.
Umur Talu (Sabah):
Son devlet adamı: Başbakan’ın (bir başbakanın) gazeteci Bekir Coşkun’a (bir gazeteciye, bir vatandaşa), eleştiri özgürlüğünü kullanması karşısında, "Vatandaşlıktan çık" diyebilmesi vahimdir. Ne sinirle izah edilebilir, ne yüzde 47 ile. Tüm vatandaşlar için de utanç verici. Kınanmalı, hiç unutulmamalı!
Ergun Babahan (Sabah):
Unutmamak gerekir ki, iktidarlar geçici, kurallar kalıcıdır. Her iktidar kendisi gibi düşünmeyenleri vatandaşlıktan çıkmaya ve gitmeye davet ederse, birkaç seçim sonra ülkede oy kullanacak yurttaş kalmayabilir!
Güngör Mengi (Vatan):
Bekir Coşkun’a kapıyı gösterme hakkını Başbakan nereden aldığını sanıyor? Hiçbir seçimin sonucu, bu ülkeye padişah veya halife getiremez.”
Liste daha çok uzun ama yer darlığından ben bu kadarını yazabildim.Bildiğiniz gibi bu yazarların çoğu 22 Temmuz öncesi ve sonrasında AKP iktidarına övgüler düzüyordu.Şimdi sıradan vatandaş olarak,yerel bir yazar olarak ben “NELER OLUYOR ?” diye sormayayım da ne yapayım?Bu arada Bekir COŞKUN 22 Ağustos 07 tarihli yazısında “ Gidecek yerim yok.Nereye gideyim ?” diye yazınca bir okuru olarak kendisine aynı gün şu mesajımı ilettim:
“SEVGİLİ BEKİR COŞKUN,ELBET BİZİM GİDECEK YERİMİZ YOK...AMA ONLARIN ABD'Sİ VAR,AB'Sİ VAR,ARABİSTANI VAR.BİZ DEĞİL,ONLAR BİR GÜN GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER !GÜN OLA DEVRAN DÖNE.GÖZLERİNDEN ÖPERİM.SELAM,SEVGİ VE SAYGILARIMLA.HÜSEYİN AY”
Siz bu yazıyı okuduğunuzda Türkiye’nin 11.Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL seçilmiş olur.Haftaya da 60.Hükümet kurulur.İşler yoluna girer.İstikrar devam eder gider…Ama arada anlamadığınız olaylar olursa beyninizi soru sormaya alıştırsanız iyi olur.Soru sormak her zaman iyidir.Düşünmeyi gerektirir.Soru soran insan düşünen insandır.Düşünen insan farklı olur.Benden hatırlatması…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ-29 AĞUSTOS 07
***
NEYZEN TEVFİK
Bu yaz Bodrum’a gelenler görmüştür.Bodrum Belediyesi ünlü Bodrumluları tanıtmak amacı ile Bodrum içinde, Bodrum-Turgutreis ve Bodrum-Milas karayolundaki büyük reklam panolarına Türkçe-İngilizce tanıtım afişleri astı.
“Tarihin babası Herodot Bodrumludur ! “
“Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Bodrumludur ! “
“”Neyzen Tevfik Bodrumludur
!” “Zeki Müren Bodrumludur !”
Gerçekte Cevat Şakir ve Zeki Müren Bodrum dışında doğmuşlar ama yaşamlarının bir bölümünü Bodrum’da geçirmiş ve Bodrum’un tanıtımına önemli katkılar sağlamışlardır.
Bu hafta size bu ünlü Bodrumlulardan birini tanıtacağım.Çoğunluk onun adını duymuş,dörtlüklerini ve fıkralarını okumuş ya da dinlemiştir.
Yaşadığı dönemin en ünlü ney üstadı olan Neyzen
Tevfik 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğdu.” Bir
kova suyu damla damla içsen de,bir kere de içsen de su biter” diyen Neyzen Tevfik 28 Ocak 1953’te İstanbul’da öldü.
Neyi dergahtan çıkarıp halkın ayağına götüren Neyzen Tevfik tüm otorite ve düzen koyucu güçlere muhalif olarak lafını
hiç sakınmadı.Düzen karşıtı sözleri nedeniyle defalarca sorgulandı ve tutuklandı.Meyle bedenini dinlendirip neyle ruhunu arındıran Neyzen Tevfik saraylara da konuk oldu akıl hastanesine de.
1940’lı yıllarda Bakırköy AkılHastanesi’nin 21 No.lu koğuşu ona ayrılır,istediği zaman gelir,yatar dinlenir ve çıkar giderdi. Hayatı hep uçlarda yaşayan Neyzen Tevfik hakkında o kadar çok şey anlatılır ve söylenir ki o bir efsanedir.Neyzen Tevfik’i kendi satırlarından tanımak en iyisidir.İşte size arada bir meyini çekip neyini üfleyen Neyzen Tevfik’in dörtlüklerinden
ve ikiliklerinden seçmeler:
Kim demiş bizde demokrat idare yoktur
Ne demek,olmasa elbet dışarıdan alırız
Sırredip karne usulüyle o gümrük malını
Karaborsaya verir,biz bize benzer kılarız.
*Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...
*Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.
*Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.
*Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!
Bodrum’da Neyzen Tevfik adına bir cadde vardır.Bodrum Kalesi’nin karşısında Bodrum Limanından Tepecik
Camiine giderken Kaymakamlık önünde Neyzen Tevfik’in ney üflerken bir de anıtı vardır.
Neyzen Tevfik’i anlatmak,tanıtmak onunla ilgili bir fıkra olmazsa eksik kalır.İşte onunla ilgili fıkralardan biri.
Hangisini içer
Yeşilaycı bir profesör, "içkinin zararları" konulu bir konferans veriyormuş.Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş:
" iki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba "
Dinleyiciler hep bir ağızdan "Suyu " demişler.
" Neden suyu içer" demiş profesör, Neyzen hemen
atılmış " Eşekliğinden "
Ahmet Rasim milletvekilliği döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmış.M.Kemal bunu çok beğenmiş. Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliğinde içerken,az ötede dolaşan bir köylü çocuğunu yanına çağırarak sormuş :
--Biz ne yapıyoruz ?
--Rakı içiyorsunuz.
--Söyle bakalım, iki kovadan birine rakı diğerine su doldursak,bunları eşeğin önüne koysak,eşek hangisini içer ?
--Rakıyı !
--Aman,demiş,sebebini sormayalım!!!
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 5 EYLÜL 2007
***
“BUGÜN 12 EYLÜL !”
ve “KEPÇE”
Çocukluğumuzda ezberlediğimiz ve çocukluk heyecanı ile haykırdığımız bir dize vardı: ”Bugün 23 Nisan ! Neşe doluyor insan ! “
“Bugün 12 Eylül !” diye başlık attıktan sonra ne yazık ki arkasını “Neşe doluyor insan!” diye getiremiyoruz…
Bugün 12 Eylül ! Hüzün doluyor insan !
12 Eylül 1980’de beş paşanın adına Türkiye dediğimiz güzel ülkemizi “anarşi ve terörden kurtarmak” bahanesiyle ülkede demokrasiyi,siyaseti,toplumsal örgütlenmeyi tankla,tüfekle yok ettikleri tarihin 27. yıldönümü…
12 Eylüllerde hüzünle dolanlar tabii ki yaşı 40’ın üstünde olanlardır.Bu yaşın altındakiler için 12 Eylül hiçbir şey ifade etmeyebilir…
Belli bir yaştan sonra hüzünlenmek de yetmiyor. Geçen hafta bu sütunlarda tanıttığım Neyzen Tevfik gibi halk deyimiyle “kafayı yiyip” her bir şeyi açıkça söyleyip hatta küfretmek geçiyor insanın içinden…
Benim yaşım 60’a gelirken ben bunları düşünüyorum.
Geçenlerde 75.yaş gününü kutlayan (ama ben kutlamayı unuttum,özür dilerim) Yılmaz AKKILIÇ ağabeyimizin ruh halini anlıyorum.Bursa’nın duayen gazetecisi,araştırmacı,yazar Yılmaz AKKILIÇ Bursa Kent Gazetesi’nde çok keyifli yazılar yazıyor.Ben ilgiyle okuyorum,izliyorum.
Yılmaz Ağabey’in Ağustos ayında arka arkaya yazdığı iki yazısına kısaca değinmek istiyorum.
İlk yazı 21 Ağustos 07 tarihli.Bu yazının başlığı : “Ya küresel ısınmaya çözüm, ya insansız Doğa”
İkinci yazı 22 Ağustos 07 tarihli yazının başlığı ise “İznik’te kepçeyle arkeolojik kazı”
Bu güzel iki yazının içeriğine burada giremeyeceğim.Meraklısı bulsun okusun…
Geçen hafta kısa süreliğine de olsa İznik’te idim.Dostlarımı gördüm.İznik’te olup biteni öğrenme fırsatım oldu.Cuma sabahı ise her zaman yaptığım gibi göl kenarında yürüyüşe ve fotoğraf çekmeye çıktım…
En son 19 Mayıs’ta fotoğraf çektiğim yerlerde dokunsalar ağlayacaktım…
İznik Gölü ölüyor dostlar…İznik Gölü ölüyor…İznik Gölü kuruyor…
Daha önceki yazılarımda yazdığım gibi İznik Gölü’nün
kuruması,İznik Gölü’nün ölmesi İznik’in kuruması,İznik’in ölmesi demektir…
Çünkü İznik’e yaşam veren İznik Gölü’dür.İznik Gölü yoksa İznik’te yoktur… Küresel ısınma,kuraklık,bilinçsiz ve hor kullanma gölümüzü öldürüyor.
Ne yapmalı,nasıl yapmalı ? Neler yapılabilir ?
Bilimsel olarak neyi,nasıl yapmalı da bu evrensel felaketten gölümüzü en az zararla kurtarmalı ?
Fotoğraf çekmek için balıkçı barınağının oraya gittiğimde gördüklerim beni şaşkına çevirdi.Belediyemiz buraya bir çay bahçesi açmış.Bir çay ocağı,büfe kondurmuş,üç beş de masa,sandalye koymuşlar.Bir de renkli bir tabela.Bu yer olmuş mu sana “İznik Belediyesi Sosyal Tesisleri”… Ne tesis ama… Buna pek fazla da itirazım yok doğrusu…
Ama o da ne ? Sosyal Tesislerin yanında kocaman bir kepçe…Yıllardır oradaki otoparkta duran,acaba bunları ne yapacaklar diye merak edip durduğum 3 büyük mermer bloğu gölün
içinde.Üzerinde ise bir bayrak ve belediyemizin flamaları…Vay be ne düşünce…Ne akıl…Ne Belediye faaliyeti ama…
Darka’ya kadar yürüdüm,döndüm o koca kepçe çalışmaya
başlamıştı.Kepçe oraya daha önceden sahil güvenlik amacıyla konan jandarma konteynerinin önüne dalıyor,çamurları çıkarıyor ve kamyonlara yüklüyor.Kamyonlarda o çamurları gidip bir yerlere döküyor.Ama ne faaliyet,ne çalışma,gözlerim yaşardı vallahi.
Belediyemiz kepçeyle İznik Gölü’nün çamurunu çıkarıp
gölümüzü temizleyecek…Darka’ya kadar olan 1 km.lik alan böyle temizlenecekmiş…
Gölümüzü mesken tutmuş mekelerin,bahrilerin,siyah ve beyaz balıkçılların yaşam alanları yok edilecekmiş kimin umurunda…Kuşlar,balıklar,doğal yaşam,ekoloji,çevre kimin umurunda…
Baktım,gördüm ve fotoğrafladım.Beyaz balıkçıl da benim kadar üzgün ve çaresizdi…
Benim bildiğim kepçeyle kanal temizlenir,inşaat çukuru açılır…Ama kepçeyle göl temizlenmez…
Bu Bursa’da,İznik’te hiç mi etkili,yetkili,bilime inanmış akıllı adam yok ? Birisi bana kepçeyle 308 km2 lik gölün nasıl temizleneceğini açıklasın,anlatsın…Dünyada bir örneğini göstersin…Neyzen Tevfik gibi kafayı yiyeceğim ya…
Bu yazının DOĞUŞ’ta yayınlandığı 12 Eylül’de ben Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen 7.Ulusal Çevre ve Ekoloji
Kongresi’nde olacağım.En iyisi bu konuyu oradaki bilim insanlarına sorayım da öğreneyim bari…
Yaa Yılmaz Abi; İznik’te daha billmediğin, görmediğin, duymadığın, aklına gelmeyen neler var ?
İznik’te kepçeyle sadece arkeolojik kazı yapılmıyor…
Türkiye’nin beşinci gölü olan İznik Gölü de kepçeyle temizleniyor…
İznik Kaymakamı da Belediye Başkanı da kepçeyi çok seviyor anlaşılan…
Başka ne diyelim ? Başka açıklaması var mı ?
Peki Bursa’da bir Vali var mı ? Bir Kültür Müdürü
var mı,bir Tarım Müdürü,Çevre Müdürü var mı ? Vakıflar Bölge Müdürü,Doğal ve Tarihi Varlıkları Koruma Kurulu var mı ? Varsa onlara seslenmek istiyorum.
Hey Bursalı yetkililer ! İznik hala Bursa’nın ilçesi…Bu ilçede neler oluyor ? Haberiniz var mı ? Orada mısınız ?
Bir de İznik Belediye Meclisi’ndeki muhalefet partilerinin üyeleri ve diğer siyasi partiler bu konularda ne düşünürler acaba ? Bu konularda İznik Belediye Meclisi’nin bir görüşmesi,ya da kararı var mı ? Bu gölü kepçeyle temizleme işinin bir projesi var mı ? İlgili makamlardan alınmış bir izin var mı ? Merak ediyorum doğrusu…
İznik yerel yönetimini artık iyi tanıyorum.Bu yazıya
da,bu sorulara da yanıt vereceklerini hiç sanmıyorum.
Bu yazıyı ve yazının konusu fotoğrafları İznik Kent Arşivi’ne bir belge olarak bırakıyorum…Günün birinde birilerinin işine yarar belki…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 12 EYLÜL 2007
***
DOĞA,ÇEVRE ve BİLİM
Geçen haftaki yazımda İznik Gölü’nün Belediyemiz tarafından kepçeyle temizlenmesi – ya da katledilmesi- konusunda :
“Bu yazının DOĞUŞ’ta yayınlandığı 12 Eylül’de ben Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen 7.Ulusal Çevre ve Ekoloji Kongresi’nde olacağım.En iyisi bu konuyu oradaki bilim insanlarına sorayım da öğreneyim bari…” demiştim.
Geçen hafta Pazartesi sabahı İstanbul’dan Malatya’ya gittim.Malatya İnönü Üniversitesi’nin düzenlediği VII.Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi’ne katıldım.Kongrenin açılış törenine yetişemedim ama açılış konuşmasına yetişebildim.Kongrenin bu yıl ki açılış konuşmasını TEMA Vakfı Kurucusu ve Onursal Başkanı Sayın Hayrettin KARACA yaptı.
Türkiye’de çevre,toprak,erozyon,kuraklık ve çölleşme kavramları ile bütünleşen Sayın Hayrettin KARACA 81 yaşında olmasına karşın ( rakamları ters çevirirsek ) 18 yaşının dinamizmini ve heyecanını taşıyan bir güzel insan.Yakından tanıma ve sohbet imkanı bulduğum için mutlu oldum.
Hayrettin KARACA Kongre’de “ORMAN YANGINLARI” üzerine yaptığı ve benim çok yararlandığım konuşmasını şu sözlerle tamamladı ve ayakta alkışlandı.
“ Sözlerimi önüme çıkan herkese yılmadan tekrar ettiğim gibi “okumak ibadettir,okumamak vatana hıyanettir;daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır.” TOPRAĞINI HOR GÖREN YARINLARI ZOR GÖRÜR ! “
Hayrettin KARACA’dan sonra geçen yıl Diyarbakır’da yapılan kongrede tanıdığım Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Pof.Dr.Ali DEMİRSOY’un “KÜRESEL ISINMA VE TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI” başlıklı sunumunu büyük bir ilgi ve hayranlıkla dinledim.Sayın Ali DEMİRSOY,bilgili ve konusunun uzmanı olmanın güveni ve kararlılığı ile küresel ısınma sorununa günlük ve dar bir çerçeveden bakmak yerine evrensel bir açıdan bakmak gerekliliğini vurguladı.O da konuşmasını :
“ Doğayı bilinçli olarak gözlediğimi söyleyebileceğim,42 yılda tanık olduğum Anadolu’daki değişiklikler : GEÇMİŞİ OLMAYAN YA DA SİLİNMİŞ YOKEDİLMİŞ BİR DÜNYA VAR OLMAMIŞ BİR DÜNYADIR... GELECEK SİZLERİN ELİNİZDE,ÇOK GEÇ KALMAYIN DERİM !!! “ diyerek bitirdi.
Ekoloji,çevre ve doğa konularında onlarca bilim insanını dinledim ve yüzlerce genç bilim insanının çok değişik konulardaki bilimsel projelerini-çalışmalarını sergiledikleri poster sunumlarını izledim.
Kayısı kenti Malatya’nın İnönü Üniversitesi’nin genç ve dinamik rektörü Prof.Dr.Fatih HİLMİOĞLU’nun bu üniversiteyi 1997’den 2007’ye 10 yılda nereden nereye getirdiğini kıvançla gözlemledim.Malatya’da üniversiteye adını veren Atatürk’ün yakın arkadaşı 2.Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün zarif eşi Mevbihe İNÖNÜ adına yaptırılan pırıl pırıl öğrenci yurdunda kaldım.
İnsan bu tür bilimsel toplantılarda Türkiye’nin sorunlarının siyasetin dar kavramları,kısır çekişmeleri ile anlaşılamayacağını,sorunların ancak bilimin ışığında anlaşılabileceğinin ve çözülebileceğinin farkına varıyor.Türkiye’nin çağdaşlaşmasının önündeki engellerin başında bilime ve kültüre inanmayan kafalardır.
Malatya Müzesi’ndeki Arslantepe höyüğünde yapılan kazılardan çıkarılanları görmediyseniz,Nemrut Dağı’ndaki beşbin yıllık muhteşem heykellerle gün batımını izlemediyseniz Anadolu’nun on bin yıllık tarihini nasıl anlayacaksınız ?
Anadolu’nun tarihini bilmeden,Anadolu’nun doğasının çölleştiğini görmeden; bugün dünyamızın karşı karşıya kaldığı küresel ısınma sorununu bilime inanmadan nasıl anlayacaksınız ?
Anadolu’nun tarihini ve doğasını bilmeden,sadece siyasal kavramlarla Anadolu’nun ve Türkiye’nin geleceğini biçimlendirmek ve kavramak mümkün değildir.
Geçen hafta Malatya’ya gidip gelirken uçaktan çölleşen Anadolu’nun fotoğraflarını çektim.Kongrede Hayrettin KARACA ve Ali DEMİRSOY gibi Türkiye doğasına gönül vermiş insanları dinledim.Genç bilim insanlarının çalışmalarını izledim.
Ve bir şeye üzüldüm...Ulusal düzeyde Türkiye’nin yönetiminde,yerel düzeyde İznik’in yerel yönetiminde Türkiye’nin ,İznik’in tarihinin ve doğasının öneminin farkında olmayan,bilime inanmayan insanların yönetimde olmasına...
Hala Türkiye’nin KYOTO Anlaşması’nı imzalamamamasının,İznik Gölü’nün kepçeyle temizlemeye kalkışılmasının başka açıklaması olabilir mi ?
Bilmem anlatabildim mi ?
Bu yazımı da üç fotoğrafımla tamamlayayım.Çölleşen Anadolu,Nemrut’un beşbin yıllık heykelleri ve Hayrettin KARACA...
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 19 EYLÜL 07
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder